Girne
Girne kent ve
çevresi, adanın en gözde tatil beldesidir. Kentin nüfusu son yıllarda giderek
artmıştır. 30 Nisan 2006 yılındaki
nüfus ve konut sayımına göre şehrin nüfusu 62.158'dir. Kent, 1996'daki nüfus sayıma
oranla %58 büyümüştür.
Kentin adı Roma kaynaklarında Corineum
olarak geçmektedir. Kentin tarihi adanın tarihi ile aynı olup, Bizans döneminde birkaç kez Arap korsanları
tarafından yağma edilmiştir. Bazı kaynaklara göre kent, M. Ö. X. yüzyılda
Akalar tarafından kurulmuştur. Kurucuları kente ülkelerindeki bir dağın adı
olan "Kyrenia" adını verdiler. Başka bir bilgilendirme ise M. Ö. IX.
yüzyılda buraya yerleşenlerin ticaret kolonileri kuran Fenikeliler olduğudur.
Kentin en ilginç
tarihi eserlerinden bir tanesi Girne Kalesi'dir.
Liman boyunca Türkmutfağına
ve Kıbrıs'a
özgü yemeklerin yanında diğer yemekleri de sunan lokantalar, barlar ve açık
hava kafeteryaları vardır.
Bazı kaynaklara göre
şehir MÖ 10. yüzyılda Akalar tarafından
kurulmuştur. Strabon şehrin
Akalara mensup olan efsanevi Tegea kralı Cepheus tarafından
kurulduğunu yazmıştır.[1] Buna
rağmen şehrin bulunduğu bölgenin kalıcı yerleşim alanına dönüşmesi MÖ 4.
yüzyılda,Pers hakimiyetinde
gerçekleşti. MS 7. yüzyıldaki Arap saldırıları sırasında Girne Kalesi yapıldı.
1191 yılındaki Üçüncü Haçlı
Seferisırasında İngiliz kralı I. Richard, İsaakios Komnenos'la savaşarak kaleyi kuşatıp ele
geçirdi. Bunu takip eden yıllardaki Lüzinyan hakimiyeti
sırasında kale sağlamlaştırıldı. 1373 yılındaysa Ceneviz saldırıları
nedeniyle kale tahrip oldu. 1489 yılında tüm adayla beraber Venedikkontrolüne
geçen Girne'de, bu dönemde kalede büyük değişiklikler yapıldı. 9 Temmuz 1570
tarihinde Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs Seferisırasında
şehir kendi rızasıyla teslim oldu.[2]
Şehrin belediye
sınırları içerisindeki bölgesinin 1946 yılındaki nüfusu 2922, 1960 yılındaki
nüfusu ise 3498 idi.[3] 1960 Kıbrıs nüfus sayımına göre bu nüfusun
2802'si Rum,
696'sı Türk idi.[4] 1974
yılında gerçekleşen Kıbrıs
Harekâtı'nda bölge Türk kontrolüne girmiş, 1983 yılında ilan
edilen ve sınırlı sayıda ülke tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti'nin bir parçası olmuştur.
Karpaz Yarımadası
Karpaz Yarımadasının Uydu görüntüsü
Hakkında
En kısa haliyle Karpaz, Kıbrıs adasının kuzeydoğu
ucundan Anadolu'ya
doğru uzanan, sivri ve uzun yarımadanın adıdır.
Yüzölçümüne oranla küçük bir nüfusun yaşadığı
Karpaz Yarımadası, milli
park statüsünde olduğu için
koruma altındadır.
Tarihî ve doğal görünümüyle Kıbrıs'ın önemli
bölgelerinden biridir.
Karpaz Yarımadası, tarih boyunca medeniyetten
kaçmak ya da inzivaya çekilmek isteyenlerin uğrak yeri olmuştur. Bu nedenle de,
yarımadada çok sayıda manastır inşa edilmiştir. Bu
manastırların en ünlüsü de Apostolos Andreas Manastırı'dır.
Karpaz Yarımadası, birçok antik kenti,
manastırları ve çeşitli uygarlıkların izlerini barındırmaktadır. Buradaki en
önemli antik kalıntı ise, Karpasia kentidir. Bu kent, Dipkarpaz ile bu noktanın 5 km
kuzeyindeki kayalık koylar arasında kalan yerdedir.
Tarihî yer ve
eserler
Girne'de
görülebilecek yerler arasında Girne Kalesi, Beylerbeyi,
St. Hilarion Kalesi, Hazreti Ömer
Türbesi,
Batık Gemi Müzesi, Bufavento Kalesi, Barış ve Özgürlük Müzesi, Halk Sanatları
Müzesi, çeşitli kilise ve manastırlar bulunmaktadır.
Son yıllarda kentin
nüfusu hızla artmaktadır. Kentin güneyinde Beşparmak Dağları, kuzeyinde ise
Akdeniz vardır.Girne'de Girne Amerikan Üniversitesi 7000'den fazla öğrencisi
ile hizmet vermektedir.Girne merkezine 2 km uzaklıkta Bellapais köyü
bulunmaktadır. Burada Bellapais manastırı görülebilecek yerler arasındadır.Kent
hızla büyümektedir. Bu, kentteki karmaşadan ve inşaat patlamasından
anlaşılmaktadır. 30 Nisan 2006 yılındaki nüfus ve konut sayımına göre şehrin
nüfusu 61.192'dir. Kent, 1996'daki sayıma oranla %58 büyümüştür. Girne'ye
bağlı diğer bölgeler Bellapais, Karaoğlanoğlu, Çatalköy, Alsancak, Lapta,
Karşıyaka,Çamlıbel ve Kayalar görülebilecek yerler arasındadır. Plaj olarak
Escape Beach Club,Acapulco Beach Club en çok tercih edilenler arasındadır.
Şehir boyunca Avrupanın en büyük casinolarına Girnede rastlamak mümkün.Girne
kentine ait liman adanın en gözde limanıdır, Liman boyunca bar ve
restaurantlara rastlamak mümkündür; aynı zamanda Girne kalesi görülmeye değer
başka bir tarihi güzellik. Adaya havayolu dışında Girneye düzenlenen tarifeli
deniz yolu seferleri ile de gidebilirsiniz.Girne-Anamur 2 saat, Girne-Alanya
ise 3.5 saat sürmektedir. Girne ile Türkiye arası yaklaşık 70 km olmakla
beraber kış aylarında ve sisin az olduğu dönemlerde Girne'den Toros Dağları,
Toroslardan Girne'yi görmek mümkündür.[kaynak belirtilmeli]
Lüzinyanlar döneminde,
Kantara kalesi gibi önemli bir yer olmuştur. Bu dönemde kale bazı yapısal
değişikliklere de uğramıştır. Bu restorasyon çalışmalar 1373 yılındaki Cenevizliler kuşatması
ile ara bulmuş, daha sonra yeniden devam etmiştir.
Kale yapılırken o
dönemin savunma taktikleri zırhlı şövalye ve okçulara göre düşünüldüğünden,
1489'dan sonra kaleyi kontrole alan Venedikliler,
Osmanlı topçu saldırılarını gözönüne alarak yeniden inşaya girişmişlerdir.
Kuzeybatı ve güneydoğu kulelerini ekleyerek, önlemler almaya çalışmalarına
rağmen, Lefkoşa'daki
Osmanlı zaferinden sonra, kaleyi direniş göstermeden 1570 yılında Osmanlılara teslim
etmişlerdir.
Kaleye giriş bir
hendek üzerinden olmaktadır. 1400'lü yıllara kadar bu hendek içi su dolu olarak
kullanılmıştır. İç kapının tonozunda bulunan üç aslanlı Lüzinyan amblemi başka
bir yapıdan buraya getirilmiştir.
Kalenin içinde
1100'lü yıllarda yapıldığı sanılan bir Bizans kilisesi (St. George Kilisesi)
yer almaktadır. 1570 yılında Kıbrıs'ın
Osmanlılar tarafından fethi sırasında şehit düşen Osmanlı Amirali
Cezayirli Sadık Paşa'nın lahiti de kalede
bulunmaktadır. Kalenin diğer bölümlerini Kuzeybatı, Güneybatı ve Güneydoğu
Venedik kuleleri, Lüzinyan dönemi Bekçi odası, Lüzinyan dönemine ait büyük
salon, çeşitli zindan ve ambar amaçlı kullanılmış olan odalar, Bizans dönemine
ait kule, Venedik Savunma platformu, sarnıç, Venedik dönemine ait cephanelik ve
top mazgalı ve Batık Gemi Müzesi oluşturur. Kalede yakın dönemde, Eski Eserler
Dairesi tarafından yapılan çalışmalarla çeşitli tarihsel tipleme ve mekân
canlandırmaları ile adeta bir Açık Hava Müzesi atmosferi yaratılmaya
çalışılmaktadır.
Bellapais Manastırı
Girne'nin
hemen hemen her yerinden görülebilen manastır turistlerin büyük ilgisini çekmektedir.
Manastır, dönem dönem klasik müzik konserleri ve çeşitli müzik festivallerine ev sahipliği yapmaktadır.
Genel özellikler
Manastırın günümüze kadar ulaşmış en sağlam
yapısı kilisesidir. Yapının ön
yüzünde dikkatleri çeken freskler 15. yüzyılın
ortalarında yapılmıştır. Yemekhane kısmı gotik sanatının önemli özelliklerini
içinde barındırır. Orta avlunun doğusunda yer alan ve rahiplerin kullandığı
çalışma ve sohbet odaları ziyaretçilere etkili bir tarih yolculuğu sunmaktadır.
Sohbet odalarının ortasında yeralan sütunun Bizans Kilise sine ait
olduğu sanılmaktadır. Manastırın üst katında rahiplerin yatak odaları ve
değerli eşyaların bulunduğu bir alan yeralır.
Apostolos Andreas Manastırı
Hıristiyan inancına göre İsa'nın
havarilerinden Andreas deniz yoluyla Kutsal
Topraklar ve Kudüs'e
giderken gemide su sıkıntısı başgösterdi. Andreas gemiden inerek manastırın
bulunduğu yere bastonuyla ve oradan su fışkırmaya başladı. Bir gözü kör olan
geminin kaptanı gözlerini bu suyla yıkayınca kör gözü görmeye başladı.[2]
15. yüzyılda suyun bulunduğu ve günümüzde de
aktığı yere küçük bir şapel inşa edildi. Manastırın
bir bölümü 18. yüzyılda inşa edilirken, binanın günümüzdeki dış cephesini
oluşturan bölüm 19. yüzyılda yapıldı.[2]
1974 yılındaki Kıbrıs Harekâtı'nın
ardından bölgedeki Rumların önemli bölümünün göç etmesi ve Yeşil
Hat'tan geçişin mümkün olmaması nedeniyle manastıra ziyaret
çok azaldı. 2000'li yıllarda sınır kapılarının açılmasıyla ziyaret yeniden
başladı ve giderek artmaktadır.[2]
Özellikle 15 Ağustos ve 30 Kasım günlerinde
manastıra ziyaretçi akın etmektedir. Bir takım Müslümanlar manastırın bir
Hıristiyan azizinin değil, İslam ermişinin yeri olduğuna
inanmaktadır.[1]
Saint Hilarion Kalesi
Saint Hilarion Kalesi'nden Girne panoraması
Saint Hilarion Kalesi, Sent Hilaryon kalesi,
Aziz Hilaryon kalesi (St.Hilarion), Beşparmak dağları üzerinde kurulan üç
kaleden en batıda yer alanıdır. Ada halkını olası Arap akınlarına karşı korumak
ve muhtemel sardırılara karşı uyarmak amacıyla inşa edilmiştir. Denizden 700
metre yükseklikte oldukça sarp iki tepe üzerine kurulmuştur. Kale, bugünkü
adını Kudüs'ün
Araplar tarafından fethinden sonra Kıbrıs'a
göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir keşişten
almıştır. Bizans döneminde onarımdan
geçen kale, 1489 yılındaVenedikliler'in
adayı ele geçirmesiyle boşaltılmış ve kaderine terk edilmiştir.
Kantara Kalesi
Kantara Kalesi
"Kantara" sözcüğü Arapça "köprü"
anlamına gelmektedir. Kesin olarak hangi tarihte yapıldığı bilinmese de çoğu
kaynağa göreBizanslılar tarafından
Arap saldırılarının sona erdiği 965 yılından sonra yapıldığı yazmaktadır. Buna
karşın İngiliz kralı I.
Richard'ın adayı aldığı tarihe kadar kale hakkında herhangi bir
kayıt yoktur. Bu kayıt kendini Kıbrıs kralı ilan eden İsaakios Komnenos'unGuy
de Lusignan yönetimindeki
İngiliz ordularından kaçmak için buraya sığındığı, daha sonra Girne
Kalesi düştükten
sonra kaleyi terk edip teslim olduğu yönündedir.
1373 yılında Cenevizlilerin adaya saldırısı
sırasında Lefkoşa ve Mağusa düşse de, Kantara Kalesi
konumunun da yardımıylaKıbrıs Kralı II. Peter'in elinde kaldı.
Ceneviz istilasının sona ermesinden ve Mağusa'nın Cenevizlilerin elinde
kalmasından sonra, 1391 yılında I. James kalenin surlarını
güçlendirdi. Bu dönemde kale önemini korumaktaydı. Daha sonra Mağusa'nın geri
alınmasından sonra bile kale korunmaya devam etti.
1489 yılında ada Venedikliler tarafından ele
geçirildi. Bu tarihten itibaren kale önemini kaybetmeye başladı. Beşparmak
Dağları'ndaki Kantara, St. Hilarion ve Buffavento kaleleri Venedikliler
tarafından önemli kabul edilmediği ve asker azlığının da bir etkisi olarak terk
edildi. Bazı kaynaklara göre kale 1525 yılında terk edildi. Ancak bazı diğer
kaynaklar kalenin 1529 yılında "sağlam bir kale" olduğunu yazmıştır.
Kalenin terk edilişine ilişkin kesin bir tarih olmasa da 1562 yılında bir diğer
yazar kalenin harabe halinde olduğunu bildirmiştir.
Kale 1914 yılında aslına sadık kalınarak
onarıldı ve sağlamlaştırıldı.
Nitovikla Kalesi
Nitovikla Kalesi, Kıbrıs'ta,
sadece Türkiye tarafından tanınan Kuzey
Kıbrıs'ın İskele ilçesinde bulunan bir kale. Kuruova köyü yakınlarında
bulunur. 1929 yılında İsveçli arkeologlar tarafından
bulunmuştur. Deniz kenarındaki kayalık bir tepe üzerine, dikdörtgen şeklinde ve
kulelerle birlikte inşa edilmiştir. Orta Bronz
Çağı sonlarında yapılan
kalenin merkezinde, odaların açıldığı bir açıklık vardır.
HZ:ÖMER Türbesi
Bazı arşiv kaynaklarına göre, M.S. VII.
yüzyılda İslam akınları sırasında Muaviye Ordusu’nda bir deniz birliğinin
komutanı olan Hz. Ömer, askerleri ile adanın kuzey sahiline hücum etmişti.
Askerin karaya ayak bastığı yerde yapılan savaşta Komutan Ömer, altı arkadaşı
ile birlikte yerli Bizans askerleri tarafından şehit edilmiş ve naaşları
tabutlara konularak buradaki bir mağaraya gömülmüştür.
Ada’nın 1571 yılında Türkler tarafından fethinden sonra, bu mezarlar bulunarak,
kalıntıları mağaradan çıkartılmış ve şimdi bulundukları yere gömülmüş olup,
üzerlerine türbe ve mescid yapılmıştır. Bu türbede naaşı bulunan Hz. Ömer’in,
Peygamberimizin sahafelerinden olan Halife Hz. Ömer ile yakın veya uzak
herhangi bir ilgisi yoktur. İslami inanca göre şehit, şehit olduğu yere
defnedilebilir ve şehidin yattığı yer kutsal toprak sayılır.
Hz. Ömeri Türbesi ve mescidinin yapılışı hakkında, arşiv kaynaklarında bulunan
bilgilerin yanı sıra, halk arasında dolanan farklı efsanevi hikayeler de
bulunmaktadır.
Bu hikayelerin birine göre, çok eskiden korsanlar, kıyıları talan edip, kadın
ve kızları kaçırırlardı. Bir gün Hacı Hasan adlı çoban oralarda sürüsünü
otlatırken, kıyıya yaklaşan çıplak direkli bir gemi görür. Bunların korsan
olduğunu anlar ve kayaların arkasına saklanır. Bu arada insanları korsanların
elinden kurtarması için Tanrı’ya dua etmeye başlar. Tam o anda al atlara binili
sakallı yedi süvari belirir. Süvariler, bir çobana bir de yaklaşan gemiye
baktıktan sonra, atlarını nallarından ateş çıkartarak, deniz kıyısındaki
kayalıklardan denize sürerler. Deniz üzerinde gemiye doğru yol alıp yanına
vardıkları sırada, süvarilerle gemi ortadan kaybolur. Bunu gören Hacı Hasan
saklandığı yerden çıkarak, kayaların yanına gider ve üzerlerindeki nal izlerini
görür. Köye dönerek, bu olayı köylülere anlatır. Köylüler Hacı Hasan’a
inanmayıp kıyıya gelir ve kayaların üzerindeki nal izlerini gözleriyle görünce
çobanın doğru söylediğine kanaat getirirler. O günden sonra da, bu köye bir
daha korsanlar gelmeyince köylüler; yedi süvariye olan minnettarlıklarını
belirtmek amacıyla aralarında topladıkları parayla nal izlerinin bulunduğu
kayalık üzerine türbe ile mescidi yaparlar.
Lefkoşa,
Kuzey Kıbrıs
Belediye'nin
imkânları ile şehirde Lefkoşa Oda Orkestrası, Kent Orkestrası ve Belediye
Orkestrası sene içerisinde çeşitli konser ve etkinliklerde yer alır.[3] Her
sene ayrıca Kıbrıs Tiyatro Festivali'ne ev sahipliği yapar. [4]
Halk dansları ve bale
gösterileri şehir içinde oldukça yaygındır. Yaz aylarında genellikle Ağustos'da
düzenlenen Uluslararası Halk Dansları Festivali, kentin kültürel planları
doğrultusunda gerçekleştirilir.[3]
2008 senesinde ise Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Lefkoşa
Türk Belediyesi ortaklığında "Ankara-Çağlayan Parkı" adında bir park
açılmıştır. Şehir Türkiye'deki kardeş kentlerinden toplumsal projelerde destek
görmektedir.[5]
Lefkoşa
Bu madde Lefkoşa şehrinin geneli hakkındadır.
Şehrin en büyük özelliği, -Berlin
Duvarı'nın yıkılması sonrasında- dünyada iki taraflı tek başkent ve şehir olmasıdır.
Şehir, Yeşil
Hatdiye adlandırılan sınırla ikiye bölünmüştür. Kuzeyinde
Türkler, güneyinde Rumlar, ara bölgede ise Birleşmiş Milletler Barış Gücü
bulunmaktadır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile Lefkoşa Türk Belediyesi'ne
yasal statü tanınmıştır.[3]
Etimoloji
Şehrin bulunduğu bölgenin ilk adı
"Ledra" idi.Bu ad, "Ledrae", "Lidir",
"Ledras", "Ledron" ve "Letra" olarak da
yazılmaktadır. Daha sonra bu şehir yıkıldı ve Leucus tarafından tekrar
yapılınca şehre "Lefkotheon" (Λευκόθεον - beyaz tanrıların şehri) adı
verildi.[4][6] Bu ad zaman zaman
"Ledron" olarak da anılıyordu.[4] Daha sonra, şehir için
"Kermia" ve "Leucus" (Λευκούς) sözcükleri kullanıldı.[6] 7. yüzyılda, Bizanslı bir coğrafyacı olan
Hierocles, Synekdemos
(Vademecum) kitabında
şehirden Lefkousia (Λευκουσία) olarak bahsetmektedir.[6] 13. yüzyılda Konstantinopolis Patriği Lefkoşa'dan
Kalli Nikesis (Καλλι Νίκησις - Güzel Zafer) olarak bahsetmektedir.[6] Bir yazar ve keşiş olan
St. Neophytos, 1176 yılı civarlarında verdiği bir vaazında Lefkoşa'dan
"Leucopolis" (Lefkopolis - Beyaz Şehir) olarak bahsetmiştir.[6] 10. yüzyıldan itibaren
"Lefkoşa" adı genel olarak kabul görür hal gelmiştir.[6] 18. yüzyılda Kıbrıslı
Rum tarihçi Archimandrite Kyprianos, Lefkoşa'nın bir diğer isminin de
"Photolampos" (Işıkla Parlayan) olduğunu belirtmiştir.[6][7]
Şehrin Avrupa dillerinde "Nicosia"
ve benzeri şekillerde geçmesi üzerine çeşitli iddialar vardır. Bir iddiaya
göre, Latinler sözcüğün ilk hecesi olan "Lef"i telaffuz edemedikleri
için "Ni" ile değiştirmişlerdir.[6] Bir diğer iddia ise adın
"Kallinikesis" adından türediğidir.[6] Sicilya'dan
Sindaco isimli bir yazar, "Nicosia" ismini Sicilya'daki
"Nicosia" isimli kasabaya bağlar ve bu kasabadan gelen kral
Tancred'in Kıbrıs kuşatması sırada I.
Richard'ın yanında olduğunu ve şehri kendi kasabasının ismiyle
adlandırdığını iddia etmiştir.[6] Bir diğer iddia ise
"Nicosia" adının şehir halkının 1192'deki Tapınak Şövalyeleri'ne
karşı isyanı sırasında ortaya çıktığıdır.[8] Ludolf adlı Alman bir
rahip 1341-1363 yıllarında şehrin adını "Nycosia" olarak
belirtmiştir.[9][10] H.A.S. Dearborn, 1819'da
yayımlanan kitabında Lefkoşa'nın bir diğer adının da "Nicotia"
olduğunu söylemektedir.[11] 1856'da William Curry,
Rumların şehri "Escosie", Batı Avrupalıların ise "Licosia"
olarak adlandırdıklarını belirtmiştir.[12]
Şehrin adı Osmanlı belgelerinde
"Lefkoşa"[13] veya "medine-i
Lefkoşa"[14] olarak geçmektedir.
Bunun yanı sıra 1570 yılında Lefkoşa'nın fethine ilişkin bir mektupta şehrin
adı "Lefkoşı" olarak da geçmektedir.[15] Kâtip
Çelebi ise,
şehirden (günümüzde de bazen kullanılan) "Lefkoşe" adı ile bahsetmektedir.[16]
Tarihçe
Lefkoşa'nın 1597'de Venedikli Giacomo
(Jacomo) Franco tarafından çizilmiş bir haritası.
Osmanlı döneminde inşa edilen Büyük Han, adadaki en
büyük handır.
Lefkoşa'nın bulunduğu yerdeki ilk yerleşim Neolitik
Çağ'da gerçekleşmiştir.[17] İlk yerleşimin tarihi
yaklaşık olarak MÖ 3000-4000'dir.[18]MÖ
1050'de[19] veya MÖ 7. yüzyılda
bölgede "Ledra"
adlı bir kent kuruldu.[4] Bu şehir adadaki diğer
şehir krallıklarının arasında önemli bir yere sahipti.[20] Arkeolojik kazılar
sırasında MÖ 4. yüzyılda yazılmış ve Ledra'da Afrodit'e
adanmış bir tapınağın varlığını gösteren Yunanca bir yazıt bulunmuştur.[17][21] MÖ 330 civarlarında
küçük bir köy olacak kadar küçülmüştür.[19] Bu kent depremlerden
dolayı yıkılınca[20], MÖ
200 yılında Ptolemaios I Soter'in
oğlu Leucus, günümüzde Lefkoşa olan şehri kurdu.[4]
Şehrin önemi Bizans döneminin sonlarında
artmaya başladı.[20] 7. yüzyılda, Arap akınları sırasında
adanın başkenti oldu.[4]
1191 yılında I.
Richard'ın eline geçti.[22] Tapınak Şövalyeleri'nin
adayı satın alıp hakimiyet kurdukları dönemde adanın başkentiydi.[23]Şehirde
11 Nisan 1192 günü bir isyan çıktı. Şövalyeler bu ayaklanmayı bir katliamla
bastırdı ve daha sonra adayı terk etti.[24][25][26]
Lüzinyanlar adayı satın aldı ve
Lefkoşa başkentliğini sürdürdü.[27] Lüzinyanlar döneminde
şehirde pek çok yeni yapı inşa etti. Venediklilerdöneminde
bunların çoğu yıkılarak sur yapımında kullanıldı.[24] Bu dönemde Lüzinyanlar
şehrin etrafına surlar da inşa etti. Bu surlar düzensiz bir beşgen şeklindeydi.[28] Daha önce şehirde surlar
bulunmamakaydı.[29] İlk surları kral I.
Henry 1211'de iki kule ile birlikte inşa ettirdi, I. Peter üçüncü bir kule inşa
ettirdi[30] ve II. Henry şehri
tamamen surlar içine aldı.[31] Şehir bu dönemde oldukça
zengin bir hale geldi.[9] Lefkoşa adadaki dört
piskoposluktan biriydi.[9][32] 1212 yılında
başpiskoposluk merkezi de oldu.[12] Bu dönemde Rumlar ve
Latinler arasında olaylar yaşanıyordu ve 1313 ve 1360 yıllarında şehirde kanlı
çatışmalar çıkmıştır.[33]
Lefkoşa tarihi boyunca pek çok deprem
tarafından hasara uğramıştır. 1222 Kıbrıs depremi şehirde şiddetli biçimde
hissedildi ve büyük zarara yol açtı.[34] Kasım 1330'da şehirde
bir sel felaketi meydana geldi ve üç bin kişi hayatını kaybetti.[35] Bunların yanı sıra,
şehir 1373'te Cenevizliler ve 1426'de Memlüklüler tarafından büyük hasara
uğratıldı.[36]
26 Şubat 1489'da tüm adayla birlikte
Lefkoşa'da Venedik Cumhuriyeti hakimiyetine girdi.[37] Osmanlıların adayı
fethinden hemen önce, Venedikliler surları denetledi ve fazla zayıf olduklarını
buldu.[38] Yapılan yeni planlara
göre Lefkoşa surları sekiz milden üç mile indirildi.[37]Bu
sırada, yeni surların dışında kalan tüm binalar yıkıldı.[36] Kanlıdere'nin
güzergahı bir iddiaya göre Venedikliler tarafından değiştirilmiştir.[39] Bir diğer iddiaya göre
derenin güzergahını değiştiren Osmanlılar şehri sellerden kurtarmak için bunu
yapmışlardır.[40]
Osmanlılar tarafından Kıbrıs'ın fethi sürecinde, Lefkoşa
alınan üçüncü büyük yerleşimdi.[41] Piyale
Paşa ve ordusu 22 Temmuz 1570
günü Lefkoşa'yı almak için harekete geçti.[42] 25 Temmuz günü Lefkoşa kuşatıldı.[41] Venediklilerin
Osmanlıların kaleyi teslim etme taleplerini kabul etmemesi nedeniyle 27 Temmuz
günü çatışmlar başladı. Surların çok sağlam olması, Lefkoşa'nın düşmemesini
sağlıyordu.[41] 9 Eylül 1570 tarihinde
şafak sökerken yeni bir hücum başlatıldı[42] ve 20 bin kişiden fazla
olan birlikler Lefkoşa'yı fethetti.[41]
Osmanlı döneminde Türklerin Kıbrıs'a
yerleştirilmesi kapsamında
tüm adaya olduğu gibi Lefkoşa'ya da Türk nüfusun yerleştirilmesine 1572'de
başlandı.[43] Şehrin içindeki meslek
erbabı olmayan Rumlar şehrin dışındaki mahallelere yerleştirilip yerlerine
Türkler konulmuştur. Bu dönemde yapılan bir sayıma göre şehrin 31 tane
mahallesi vardı. Bunlardan ikisinde ("Ermiyan" ve
"Karaman"), Ermeni nüfus çoğunluktaydı.[40][44]
Lefkoşa, Osmanlı döneminde ilk olarak
"Dağ Kazası" adınaki bir kazanın merkezi olarak Kıbrıs Eyaleti'nin
başkentliğini yaptı,[45] daha sonra bir sancak oldu.[46] Osmanlı döneminde St. Sophia Katedrali[47] gibi büyük kiliseler
camiye çevrildi.[48] Lefkoşa - Larnaka yolu yapıldı.[40] Şehrin kapıları
gündoğumunda açılıp günbatımında kapatılmaktaydı. Vali, Kadı, Mütercim Tercüman
ve Rum Başpiskopsu Lefkoşa'da ikamet ediyordu.[48] William Kimbrough Pendleton,
1864'te şehirdeki evlerin çoğunun kil tuğladan yapılmış olduğunu
belirtmektedir.[49]1741'deki
büyük bir deprem sonucu Selimiye Camiin bir minaresi yıkıldı ve tekrar
yapılmak zorunda kaldı.[50] 1764'te ve 1821'de
şehirde isyanlar yaşandı.
Lefkoşa'da Baf Kapısı 'nın yanındaki Değirmen
Burcu'na ilk Birleşik Krallık bayrağının çekilişi
12 Temmuz 1878 tarihinde adanın geriye kalanı
ile birlikte Lefkoşa'da Birleşik Krallık hakimiyetine girdi.[52] Britanyalı birlikler
şehre Girne
Kapısı'ndan girmiş[53] ve Baf
Kapısı'nın yanındaki Değirmen Burcu'na ilk Britanya bayrağını
çekmişlerdir.[54] 1882 yılında Lefkoşa
Belediyesi kuruldu.[55] Birleşik Krallık
hakimiyetinde Lefkoşa surların dışında bir büyüme kaydetti.[56] 1930-1945 aralığında Ortaköy, Strovolos, Büyük Kaymaklı, Küçük Kaymaklı gibi köyler şehir ile
birleşmeye başladı, Yenişehir gibi bölgelere ilk
yerleşim yapıldı.[57] 1 Ocak 1944 günü Ayii
Omoloyitadhes belediye
sınırlarına dahil oldu.[58] Şehrin dışına ulaşımı
sağlayabilmek için 1879'da Baf Kapısı'nın, 1931'de Girne Kapısı'nın ve 1945'te Mağusa Kapısı'nın yan taraflarındaki surlar kesildi.[59][60] 1905 yılında Büyük
Kaymaklı'da bir tren istasyonu inşa edildi ve Lefkoşa'ya tren seferlerine
başlandı, bu uygulama 1955 yılında sona erdi.[61] 1912'de şehre ilk
elektrik geldi.[62] Yine aynı yıl gazyağıyla
çalışan sokak lambaları elektrikle çalışanlarla değiştirildi.[63] Britanya hakimiyetinde
kanalizasyon şebekesi temizlendi ve yollar onarıldı.[62] 17 Ekim 1947 günü şehre
enerji sağlayan elektrik santralinde meydana gelen bir patlama sonucu şehir 116
gün elektriksiz kaldı.[62]
1895 yılında Lefkoşa'nın Tahtakale bölgesinde
Rumların Türklere saldırıları oldu.[64][65] 1931'de Rumlar Britanya
hakimiyetine karşı isyan etti ve hükümet binasını yaktı.[66] 1955'te kurulan EOKA
Birleşik Krallık egemenliğine karşı şehirdeki kamu binalarına ve radyo
istasyonuna saldırdı.[65]
16 Ağustos 1960'ta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Temsilciler
Meclisi'ne o geceyarısı Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı çekildi ve adadaki Britanya
hakimiyeti sona erdi.[67] 1960 anayasasının 173.
maddesi gereği adada bir Rum (Lefkoşa -Rum- Belediyesi) ve bir Türk (Lefkoşa Türk Belediyesi)
belediye kuruldu.[3] 20-21 Aralık 1963
gecesi, "Kanlı Noel" olarak bilinen olaylar başladı.
Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde otomobillere açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve
Cemaliye Emirali öldürüldü.[68][69] 23-30 tarihleri arasında
Küçük Kaymaklı kuşatma altına alındı.[70] 23-24 Ocak gecesi Kumsal
bölgesinde 11 kişi öldürüldü, Kumsal Baskını olarak anılan olayda Türk binbaşı
Nihat İlhan'ın ailesi öldürüldü.[71][72] Kanlıdere bölgesinde Türklere
karşı saldırı düzenlendi.[73] Olaylar sonucu 30 Aralık
1963 günü Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık hükümetleri toplandı.[74] Bu toplantı sonucu Yeşil
Hat olarak da bilinen ve
şehri Türk ve Rum kesimlerine bölen sınır çizildi.[75] Bu sınırın "Yeşil Hat"
olarak anılmasının sebebi, hattı harita üzerinde çizen Birleşmiş Milletler görevlisinin kaleminin
yeşil renk olmasıdır.[75] 1974 yılında
gerçekleştirilen Kıbrıs Harekâtı ile şehirdeki sınırlar
kesinleşti.
29 Mart 1968 günü Eylence, Büyük Kaymaklı, Küçük
Kaymaklı, Pallouriotissa,
Strovolos (kısmen) ve Kızılay banliyöleri de belediye
sınırlarına dahil oldu.[58] Şehrin fiilen
bölünmesinin ardından, Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimindeki alan güney yönünde
büyümesine devam etti.[76] Kuzey Lefkoşa da
büyümesine devam etti ve Gönyeli (ayrı belediyesi vardır)[77] ile Hamitköy(Lefkoşa Türk
Belediyesi'ne bağlıdır)[78] gibi şehir dışındaki
köyler ile birleşti.
Büyük Han
Büyük Han
Büyük Han, Lefkoşa'da
bir han. Kıbrıs'ın
en büyük hanlarından biri olan han, Kıbrıs'taki en gelişmiş mimarili eserlerin
arasındadır.[1]Osmanlılar tarafından Kıbrıs'ın fethinden bir yıl sonra, 1572'de
inşa edilmiştir.[1] Hanı Muzaffer Paşa, her
Kıbrıslıdan iki paralık bir vergi toplayarak yaptımıştır.[2] Hanın ortyasında bir
avlu, avlunun ortasında ise bir mescid ile abdest alanlar için
bir çeşme mevcuttur. Birleşik Krallık hakimiyetinde ilk olarak hapishane,
daha sonra ise fakirler için barınak olarak kullanıldı.[1] 1990'lı yılların
çoğunluğunda tamirat altında olan han, pek çok dükkanın ve galerinin bulunduğu
bir sanat merkezi olarak açıldı. Ayrıca birkaç restoran, kahvehane ve hediyelik
eşya dükkanı da mevcuttur.[3]