Popüler Yayınlar

10 Mayıs 2012 Perşembe

LOZAN ANTLAŞMASI VE ÖNEMİ


1.Dünya Savaşında galip gelen devletlerin hazırlamış olduğu Sevr Antlaşması,Dünya savaşı sonunda malup gelen devletlere imzalatılmış zorlama bir antlaşmadır.Savaşın doğası gereği , malup olan devletlerin tarafında nerdeyse hiçbir olumlu madde içermemektedir.Lozan Antlaşması belirli mücadele ve savaşlar sonrasında imzalanmış olmasına rağmen Sevr'den temel farkı, imzalayan  devletlerin eşitlik prensibiyle masaya oturması ve amacının karşılıklı çıkarları gözetrek barışa ulaşılmasıdır. 
Lozan Antlaşması aslında Lozan Barış Görüşmeleriyle başlamıştır.Tarafları ; Türkiye , karşısında  İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya.Bu ülkelere ilave olarak Türkiye'nin isteği üzerine boğazlar ile ilgili hususlarda görüş bildirmek üzere Sovyet Rusya, Ukrayna ve Gürcistan'da toplantıda yer almışlardı. 
Lozan Antlaşması , ortadoğu,balkanlar ve kafkasları içine alan coğrafyanın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.Lozan Barış Görüşmeleri sekiz ay kadar sürmüş ve sonucunda Lozan Antlaşmasıyla sona ermiştir. 
Sevr Antlaşmasını imzalayan devletler Türkiye Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak görmek istemediklerinden ,Osmanlı Hükumetini ve dolayısıyla Osmanlı Meclisini muhattap almaya devam etmeye ısrar etmeleri sürenin sekiz ayı bulmasında etkili olmuştur.Lozan antlaşması sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ,kayıtsız , şartsız bağımsız bir devlet olarak antlaşmada söz sahibi olmuştur ve tanınmıştır.Türkiye Büyük Millet Meclisinin tanımadığı ve geçerliliği bulunmayan Sevr Antlaşmasının belirli hükümlerinin devamını dileyen devletler ile yapılan görüşmeler neticesinde Lozan Antlaşmasına Sevr antlaşmasında bulunan herhangi bir madde veya hüküm girmemiştir. 
Dünya Savaşındaki yenilginin ardından yenilgisnin ve yok oluşunun tescili niteliğinde olan Sevr Antlaşmasına kıyasla Lozan Antlaşmasını bir cümle ile ifade etmek gerekirse Türk milletinin büyük mücadeleler sonucunda kazandığı Kurtuluş Savaşının Türkiye lehine tescillendiğinin belgesidir. 
Başta Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü olmak üzere Sevrin Hükümleri hiçbir şekilde itibar görmemiş , Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına kararlılıkla devam etmiş,milli mücadele başarıyla sonuçlanmış, işkalci güçler yurdumuzdan püskürtülmüş bitiş fermanı olan Sevr yerine yepyeni bir başlangıcın fermanı olan Lozan Antlaşması yürürlüğe girmiştir. 
Lozan Antlaşması , Türk ulusunun bağımsızlığa olan inancının ve azminin en zor şartlarda hatta imkansızlıklarda bile dinmeyeceğinin bildirisi ve kanıtıdır.

30 Mart 2012 Cuma

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

Girne 
Girne kent ve çevresi, adanın en gözde tatil beldesidir. Kentin nüfusu son yıllarda giderek artmıştır. 30 Nisan 2006 yılındaki nüfus ve konut sayımına göre şehrin nüfusu 62.158'dir. Kent, 1996'daki nüfus sayıma oranla %58 büyümüştür.
Kentin güneyinde Beşparmak Dağları, kuzeyinde ise Akdeniz bulunmaktadır.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/80/Kyrenia_from_St_hilarion_edit2.jpg/250px-Kyrenia_from_St_hilarion_edit2.jpg

Saint Hilarion Kalesi'nden Girne panoraması
Kentin adı Roma kaynaklarında Corineum olarak geçmektedir. Kentin tarihi adanın tarihi ile aynı olup, Bizans döneminde birkaç kez Arap korsanları tarafından yağma edilmiştir. Bazı kaynaklara göre kent, M. Ö. X. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuştur. Kurucuları kente ülkelerindeki bir dağın adı olan "Kyrenia" adını verdiler. Başka bir bilgilendirme ise M. Ö. IX. yüzyılda buraya yerleşenlerin ticaret kolonileri kuran Fenikeliler olduğudur.
Kentin en ilginç tarihi eserlerinden bir tanesi Girne Kalesi'dir. Liman boyunca Türkmutfağına ve Kıbrıs'a özgü yemeklerin yanında diğer yemekleri de sunan lokantalar, barlar ve açık hava kafeteryaları vardır.
Girne Amerikan Üniversitesi'de burada bulunmaktadır. Girne'deki kale, BizansVenedik veOsmanlılar himayesinde kalmıştır.

Tarihçe 
Bazı kaynaklara göre şehir MÖ 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuştur. Strabon şehrin Akalara mensup olan efsanevi Tegea kralı Cepheus tarafından kurulduğunu yazmıştır.[1] Buna rağmen şehrin bulunduğu bölgenin kalıcı yerleşim alanına dönüşmesi MÖ 4. yüzyılda,Pers hakimiyetinde gerçekleşti. MS 7. yüzyıldaki Arap saldırıları sırasında Girne Kalesi yapıldı. 1191 yılındaki Üçüncü Haçlı Seferisırasında İngiliz kralı I. Richardİsaakios Komnenos'la savaşarak kaleyi kuşatıp ele geçirdi. Bunu takip eden yıllardaki Lüzinyan hakimiyeti sırasında kale sağlamlaştırıldı. 1373 yılındaysa Ceneviz saldırıları nedeniyle kale tahrip oldu. 1489 yılında tüm adayla beraber Venedikkontrolüne geçen Girne'de, bu dönemde kalede büyük değişiklikler yapıldı. 9 Temmuz 1570 tarihinde Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs Seferisırasında şehir kendi rızasıyla teslim oldu.[2]
Şehrin belediye sınırları içerisindeki bölgesinin 1946 yılındaki nüfusu 2922, 1960 yılındaki nüfusu ise 3498 idi.[3] 1960 Kıbrıs nüfus sayımına göre bu nüfusun 2802'si Rum, 696'sı Türk idi.[4] 1974 yılında gerçekleşen Kıbrıs Harekâtı'nda bölge Türk kontrolüne girmiş, 1983 yılında ilan edilen ve sınırlı sayıda ülke tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bir parçası olmuştur.

Karpaz Yarımadası

Karpaz Yarımadası (Yunanca:Καρπασία), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin doğusunda bir yarımada.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/thumb/b/b4/Karpaz.jpg/300px-Karpaz.jpg
Karpaz Yarımadasının Uydu görüntüsü

Hakkında 

En kısa haliyle Karpaz, Kıbrıs adasının kuzeydoğu ucundan Anadolu'ya doğru uzanan, sivri ve uzun yarımadanın adıdır.
Yüzölçümüne oranla küçük bir nüfusun yaşadığı Karpaz Yarımadası, milli park statüsünde olduğu için koruma altındadır.
Tarihî ve doğal görünümüyle Kıbrıs'ın önemli bölgelerinden biridir.
Karpaz Yarımadası, tarih boyunca medeniyetten kaçmak ya da inzivaya çekilmek isteyenlerin uğrak yeri olmuştur. Bu nedenle de, yarımadada çok sayıda manastır inşa edilmiştir. Bu manastırların en ünlüsü de Apostolos Andreas Manastırı'dır.
Karpaz Yarımadası, birçok antik kenti, manastırları ve çeşitli uygarlıkların izlerini barındırmaktadır. Buradaki en önemli antik kalıntı ise, Karpasia kentidir. Bu kent, Dipkarpaz ile bu noktanın 5 km kuzeyindeki kayalık koylar arasında kalan yerdedir.

Tarihî yer ve eserler

Girne'de görülebilecek yerler arasında Girne Kalesi,  Beylerbeyi,  St. Hilarion Kalesi, Hazreti Ömer Türbesi, Batık Gemi Müzesi, Bufavento Kalesi, Barış ve Özgürlük Müzesi, Halk Sanatları Müzesi, çeşitli kilise ve manastırlar bulunmaktadır.
Son yıllarda kentin nüfusu hızla artmaktadır. Kentin güneyinde Beşparmak Dağları, kuzeyinde ise Akdeniz vardır.Girne'de Girne Amerikan Üniversitesi 7000'den fazla öğrencisi ile hizmet vermektedir.Girne merkezine 2 km uzaklıkta Bellapais köyü bulunmaktadır. Burada Bellapais manastırı görülebilecek yerler arasındadır.Kent hızla büyümektedir. Bu, kentteki karmaşadan ve inşaat patlamasından anlaşılmaktadır. 30 Nisan 2006 yılındaki nüfus ve konut sayımına göre şehrin nüfusu 61.192'dir. Kent, 1996'daki sayıma oranla %58 büyümüştür. Girne'ye bağlı diğer bölgeler Bellapais, Karaoğlanoğlu, Çatalköy, Alsancak, Lapta, Karşıyaka,Çamlıbel ve Kayalar görülebilecek yerler arasındadır. Plaj olarak Escape Beach Club,Acapulco Beach Club en çok tercih edilenler arasındadır. Şehir boyunca Avrupanın en büyük casinolarına Girnede rastlamak mümkün.Girne kentine ait liman adanın en gözde limanıdır, Liman boyunca bar ve restaurantlara rastlamak mümkündür; aynı zamanda Girne kalesi görülmeye değer başka bir tarihi güzellik. Adaya havayolu dışında Girneye düzenlenen tarifeli deniz yolu seferleri ile de gidebilirsiniz.Girne-Anamur 2 saat, Girne-Alanya ise 3.5 saat sürmektedir. Girne ile Türkiye arası yaklaşık 70 km olmakla beraber kış aylarında ve sisin az olduğu dönemlerde Girne'den Toros Dağları, Toroslardan Girne'yi görmek mümkündür.[kaynak belirtilmeli]
Girne Kalesi
Lüzinyanlar döneminde, Kantara kalesi gibi önemli bir yer olmuştur. Bu dönemde kale bazı yapısal değişikliklere de uğramıştır. Bu restorasyon çalışmalar 1373 yılındaki Cenevizliler kuşatması ile ara bulmuş, daha sonra yeniden devam etmiştir.
Kale yapılırken o dönemin savunma taktikleri zırhlı şövalye ve okçulara göre düşünüldüğünden, 1489'dan sonra kaleyi kontrole alan Venedikliler, Osmanlı topçu saldırılarını gözönüne alarak yeniden inşaya girişmişlerdir. Kuzeybatı ve güneydoğu kulelerini ekleyerek, önlemler almaya çalışmalarına rağmen, Lefkoşa'daki Osmanlı zaferinden sonra, kaleyi direniş göstermeden 1570 yılında Osmanlılara teslim etmişlerdir.
Kaleye giriş 
Kaleye giriş bir hendek üzerinden olmaktadır. 1400'lü yıllara kadar bu hendek içi su dolu olarak kullanılmıştır. İç kapının tonozunda bulunan üç aslanlı Lüzinyan amblemi başka bir yapıdan buraya getirilmiştir.
Kalenin içi 
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/65/Kyrenia_ship.jpg/270px-Kyrenia_ship.jpg
Kalenin içinde 1100'lü yıllarda yapıldığı sanılan bir Bizans kilisesi (St. George Kilisesi) yer almaktadır. 1570 yılında Kıbrıs'ın Osmanlılar tarafından fethi sırasında şehit düşen Osmanlı Amirali Cezayirli Sadık Paşa'nın lahiti de kalede bulunmaktadır. Kalenin diğer bölümlerini Kuzeybatı, Güneybatı ve Güneydoğu Venedik kuleleri, Lüzinyan dönemi Bekçi odası, Lüzinyan dönemine ait büyük salon, çeşitli zindan ve ambar amaçlı kullanılmış olan odalar, Bizans dönemine ait kule, Venedik Savunma platformu, sarnıç, Venedik dönemine ait cephanelik ve top mazgalı ve Batık Gemi Müzesi oluşturur. Kalede yakın dönemde, Eski Eserler Dairesi tarafından yapılan çalışmalarla çeşitli tarihsel tipleme ve mekân canlandırmaları ile adeta bir Açık Hava Müzesi atmosferi yaratılmaya çalışılmaktadır.

Bellapais Manastırı

Bellapais abbey 01.jpg
Girne'nin hemen hemen her yerinden görülebilen manastır turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Manastır, dönem dönem klasik müzik konserleri ve çeşitli müzik festivallerine ev sahipliği yapmaktadır.
Bellapais Manastırı, Kıbrıs'ın Bellabayıs köyünde bulunan tarihi bir manastır.
MS 12. yüzyılda Roma döneminde inşa edilmiştir. Girne şehir merkezine yaklaşık 40 dakika mesafede Beşparmak dağlarınıneteklerinde yeralır.
Tarih Mimari olarak gotik sanatının inceliklerini taşıyan manastıra ilk yerleşenler 1187 yılında Kudüs'ten göç eden Augustinian mezhebirahipleridir. Manastırın ilk binası 1198 ve 1205 yılları arasında yapılmıştır. Günümüzde ki yapının büyük bir kısmı ise Fransa Kralı III. Hugh tarafından 1267 ve 1284 yılları arasında inşa ettirilmiştir. Avlunun etrafını çevreleyen revaklar ve yemekhane alanı ise Kral IV. Hughzamanında 1324 ve 1359 dönemleri arasında tamamlanmıştır. Kıbrısın Türkler tarafından feth edilmesinin ardından manastır, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'ne verilmiştir.

Genel özellikler 

Manastırın günümüze kadar ulaşmış en sağlam yapısı kilisesidir. Yapının ön yüzünde dikkatleri çeken freskler 15. yüzyılın ortalarında yapılmıştır. Yemekhane kısmı gotik sanatının önemli özelliklerini içinde barındırır. Orta avlunun doğusunda yer alan ve rahiplerin kullandığı çalışma ve sohbet odaları ziyaretçilere etkili bir tarih yolculuğu sunmaktadır. Sohbet odalarının ortasında yeralan sütunun Bizans Kilise sine ait olduğu sanılmaktadır. Manastırın üst katında rahiplerin yatak odaları ve değerli eşyaların bulunduğu bir alan yeralır.

Apostolos Andreas Manastırı

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b7/Apostolos_Andreas_Monastery_seaside.jpg/300px-Apostolos_Andreas_Monastery_seaside.jpg
Apostolos Andreas Manastırı (Yunanca: Απόστολος Ανδρέας) veya Ayandreya Manastırı,[1] Kıbrıs'ta, Karpaz Yarımadası'nın en ucu olan Zafer Burnu'nun güneyinde bulunan bir manastırdır.
Hıristiyan inancına göre İsa'nın havarilerinden Andreas deniz yoluyla Kutsal Topraklar ve Kudüs'e giderken gemide su sıkıntısı başgösterdi. Andreas gemiden inerek manastırın bulunduğu yere bastonuyla ve oradan su fışkırmaya başladı. Bir gözü kör olan geminin kaptanı gözlerini bu suyla yıkayınca kör gözü görmeye başladı.[2]
15. yüzyılda suyun bulunduğu ve günümüzde de aktığı yere küçük bir şapel inşa edildi. Manastırın bir bölümü 18. yüzyılda inşa edilirken, binanın günümüzdeki dış cephesini oluşturan bölüm 19. yüzyılda yapıldı.[2]
1974 yılındaki Kıbrıs Harekâtı'nın ardından bölgedeki Rumların önemli bölümünün göç etmesi ve Yeşil Hat'tan geçişin mümkün olmaması nedeniyle manastıra ziyaret çok azaldı. 2000'li yıllarda sınır kapılarının açılmasıyla ziyaret yeniden başladı ve giderek artmaktadır.[2]
Özellikle 15 Ağustos ve 30 Kasım günlerinde manastıra ziyaretçi akın etmektedir. Bir takım Müslümanlar manastırın bir Hıristiyan azizinin değil, İslam ermişinin yeri olduğuna inanmaktadır.[1]

Saint Hilarion Kalesi

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/80/Kyrenia_from_St_hilarion_edit2.jpg/250px-Kyrenia_from_St_hilarion_edit2.jpg
Saint Hilarion Kalesi'nden Girne panoraması
Saint Hilarion Kalesi, Sent Hilaryon kalesi, Aziz Hilaryon kalesi (St.Hilarion), Beşparmak dağları üzerinde kurulan üç kaleden en batıda yer alanıdır. Ada halkını olası Arap akınlarına karşı korumak ve muhtemel sardırılara karşı uyarmak amacıyla inşa edilmiştir. Denizden 700 metre yükseklikte oldukça sarp iki tepe üzerine kurulmuştur. Kale, bugünkü adını Kudüs'ün Araplar tarafından fethinden sonra Kıbrıs'a göç eden ve ömrünün son yıllarını burada ibadetle geçiren bir keşişten almıştır. Bizans döneminde onarımdan geçen kale, 1489 yılındaVenedikliler'in adayı ele geçirmesiyle boşaltılmış ve kaderine terk edilmiştir.

Kantara Kalesi

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/36/Kantaria_castle.jpg/300px-Kantaria_castle.jpg
Kantara Kalesi
Kantara Kalesi, Kıbrıs'taki Beşparmak Dağları'nda bir kaledir. Adanın kuzey kıyısıyla Mesarya Ovası'nı kontrol edebilmek için inşa edilmiştir.
"Kantara" sözcüğü Arapça "köprü" anlamına gelmektedir. Kesin olarak hangi tarihte yapıldığı bilinmese de çoğu kaynağa göreBizanslılar tarafından Arap saldırılarının sona erdiği 965 yılından sonra yapıldığı yazmaktadır. Buna karşın İngiliz kralı I. Richard'ın adayı aldığı tarihe kadar kale hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Bu kayıt kendini Kıbrıs kralı ilan eden İsaakios Komnenos'unGuy de Lusignan yönetimindeki İngiliz ordularından kaçmak için buraya sığındığı, daha sonra Girne Kalesi düştükten sonra kaleyi terk edip teslim olduğu yönündedir.
1373 yılında Cenevizlilerin adaya saldırısı sırasında Lefkoşa ve Mağusa düşse de, Kantara Kalesi konumunun da yardımıylaKıbrıs Kralı II. Peter'in elinde kaldı. Ceneviz istilasının sona ermesinden ve Mağusa'nın Cenevizlilerin elinde kalmasından sonra, 1391 yılında I. James kalenin surlarını güçlendirdi. Bu dönemde kale önemini korumaktaydı. Daha sonra Mağusa'nın geri alınmasından sonra bile kale korunmaya devam etti.
1489 yılında ada Venedikliler tarafından ele geçirildi. Bu tarihten itibaren kale önemini kaybetmeye başladı. Beşparmak Dağları'ndaki Kantara, St. Hilarion ve Buffavento kaleleri Venedikliler tarafından önemli kabul edilmediği ve asker azlığının da bir etkisi olarak terk edildi. Bazı kaynaklara göre kale 1525 yılında terk edildi. Ancak bazı diğer kaynaklar kalenin 1529 yılında "sağlam bir kale" olduğunu yazmıştır. Kalenin terk edilişine ilişkin kesin bir tarih olmasa da 1562 yılında bir diğer yazar kalenin harabe halinde olduğunu bildirmiştir.
Kale 1914 yılında aslına sadık kalınarak onarıldı ve sağlamlaştırıldı.

Nitovikla Kalesi

Nitovikla Kalesi, Kıbrıs'ta, sadece Türkiye tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs'ın İskele ilçesinde bulunan bir kale. Kuruova köyü yakınlarında bulunur. 1929 yılında İsveçli arkeologlar tarafından bulunmuştur. Deniz kenarındaki kayalık bir tepe üzerine, dikdörtgen şeklinde ve kulelerle birlikte inşa edilmiştir. Orta Bronz Çağı sonlarında yapılan kalenin merkezinde, odaların açıldığı bir açıklık vardır.

HZ:ÖMER Türbesi

hz-omer-tekkesi.jpg
Bazı arşiv kaynaklarına göre, M.S. VII. yüzyılda İslam akınları sırasında Muaviye Ordusu’nda bir deniz birliğinin komutanı olan Hz. Ömer, askerleri ile adanın kuzey sahiline hücum etmişti. Askerin karaya ayak bastığı yerde yapılan savaşta Komutan Ömer, altı arkadaşı ile birlikte yerli Bizans askerleri tarafından şehit edilmiş ve naaşları tabutlara konularak buradaki bir mağaraya gömülmüştür.
Ada’nın 1571 yılında Türkler tarafından fethinden sonra, bu mezarlar bulunarak, kalıntıları mağaradan çıkartılmış ve şimdi bulundukları yere gömülmüş olup, üzerlerine türbe ve mescid yapılmıştır. Bu türbede naaşı bulunan Hz. Ömer’in, Peygamberimizin sahafelerinden olan Halife Hz. Ömer ile yakın veya uzak herhangi bir ilgisi yoktur. İslami inanca göre şehit, şehit olduğu yere defnedilebilir ve şehidin yattığı yer kutsal toprak sayılır.
Hz. Ömeri Türbesi ve mescidinin yapılışı hakkında, arşiv kaynaklarında bulunan bilgilerin yanı sıra, halk arasında dolanan farklı efsanevi hikayeler de bulunmaktadır.
Bu hikayelerin birine göre, çok eskiden korsanlar, kıyıları talan edip, kadın ve kızları kaçırırlardı. Bir gün Hacı Hasan adlı çoban oralarda sürüsünü otlatırken, kıyıya yaklaşan çıplak direkli bir gemi görür. Bunların korsan olduğunu anlar ve kayaların arkasına saklanır. Bu arada insanları korsanların elinden kurtarması için Tanrı’ya dua etmeye başlar. Tam o anda al atlara binili sakallı yedi süvari belirir. Süvariler, bir çobana bir de yaklaşan gemiye baktıktan sonra, atlarını nallarından ateş çıkartarak, deniz kıyısındaki kayalıklardan denize sürerler. Deniz üzerinde gemiye doğru yol alıp yanına vardıkları sırada, süvarilerle gemi ortadan kaybolur. Bunu gören Hacı Hasan saklandığı yerden çıkarak, kayaların yanına gider ve üzerlerindeki nal izlerini görür. Köye dönerek, bu olayı köylülere anlatır. Köylüler Hacı Hasan’a inanmayıp kıyıya gelir ve kayaların üzerindeki nal izlerini gözleriyle görünce çobanın doğru söylediğine kanaat getirirler. O günden sonra da, bu köye bir daha korsanlar gelmeyince köylüler; yedi süvariye olan minnettarlıklarını belirtmek amacıyla aralarında topladıkları parayla nal izlerinin bulunduğu kayalık üzerine türbe ile mescidi yaparlar.
Lefkoşa, Kuzey Kıbrıs 
Lefkoşa
Lefkoşa şehrinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kısmında kalan ve ülkeye başkentlik yapan bölümüdür. Lefkoşa Türk Belediyesi tarafından yönetilen şehrin belediye başkanı Cemal Metin Bulutoğluları'dır.[2] Ayrıca Lefkoşa ilçesinin şehir merkezi konumundadır. Hukuki olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Lefkoşa Bölgesi'nin merkezi kenti Lefkoşa'ya bağlıdır.
Kültür 
Belediye'nin imkânları ile şehirde Lefkoşa Oda Orkestrası, Kent Orkestrası ve Belediye Orkestrası sene içerisinde çeşitli konser ve etkinliklerde yer alır.[3] Her sene ayrıca Kıbrıs Tiyatro Festivali'ne ev sahipliği yapar. [4]
Halk dansları ve bale gösterileri şehir içinde oldukça yaygındır. Yaz aylarında genellikle Ağustos'da düzenlenen Uluslararası Halk Dansları Festivali, kentin kültürel planları doğrultusunda gerçekleştirilir.[3]
2008 senesinde ise Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Lefkoşa Türk Belediyesi ortaklığında "Ankara-Çağlayan Parkı" adında bir park açılmıştır. Şehir Türkiye'deki kardeş kentlerinden toplumsal projelerde destek görmektedir.[5]

Lefkoşa

Bu madde Lefkoşa şehrinin geneli hakkındadır.
Lefkoşa (Yunanca: Λευκωσία (Lefkosia), İngilizce: Nicosia) Kıbrıs adasının ortasında yer alan, Kıbrıs Cumhuriyeti ile tanınmayanKuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin başkenti. Kıbrıs'ın en kalabalık kenti ve en önemli kültür, sanayi, ticaret ve ulaşım merkezidir. Lefkoşa, 35°10' kuzey, 33°21' doğuda bulunur.
Şehrin en büyük özelliği, -Berlin Duvarı'nın yıkılması sonrasında- dünyada iki taraflı tek başkent ve şehir olmasıdır. Şehir, Yeşil Hatdiye adlandırılan sınırla ikiye bölünmüştür. Kuzeyinde Türkler, güneyinde Rumlar, ara bölgede ise Birleşmiş Milletler Barış Gücü bulunmaktadır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile Lefkoşa Türk Belediyesi'ne yasal statü tanınmıştır.[3]

Etimoloji

Şehrin bulunduğu bölgenin ilk adı "Ledra" idi.Bu ad, "Ledrae", "Lidir", "Ledras", "Ledron" ve "Letra" olarak da yazılmaktadır. Daha sonra bu şehir yıkıldı ve Leucus tarafından tekrar yapılınca şehre "Lefkotheon" (Λευκόθεον - beyaz tanrıların şehri) adı verildi.[4][6] Bu ad zaman zaman "Ledron" olarak da anılıyordu.[4] Daha sonra, şehir için "Kermia" ve "Leucus" (Λευκούς) sözcükleri kullanıldı.[6] 7. yüzyılda, Bizanslı bir coğrafyacı olan Hierocles, Synekdemos (Vademecum) kitabında şehirden Lefkousia (Λευκουσία) olarak bahsetmektedir.[6] 13. yüzyılda Konstantinopolis Patriği Lefkoşa'dan Kalli Nikesis (Καλλι Νίκησις - Güzel Zafer) olarak bahsetmektedir.[6] Bir yazar ve keşiş olan St. Neophytos, 1176 yılı civarlarında verdiği bir vaazında Lefkoşa'dan "Leucopolis" (Lefkopolis - Beyaz Şehir) olarak bahsetmiştir.[6] 10. yüzyıldan itibaren "Lefkoşa" adı genel olarak kabul görür hal gelmiştir.[6] 18. yüzyılda Kıbrıslı Rum tarihçi Archimandrite Kyprianos, Lefkoşa'nın bir diğer isminin de "Photolampos" (Işıkla Parlayan) olduğunu belirtmiştir.[6][7]
Şehrin Avrupa dillerinde "Nicosia" ve benzeri şekillerde geçmesi üzerine çeşitli iddialar vardır. Bir iddiaya göre, Latinler sözcüğün ilk hecesi olan "Lef"i telaffuz edemedikleri için "Ni" ile değiştirmişlerdir.[6] Bir diğer iddia ise adın "Kallinikesis" adından türediğidir.[6] Sicilya'dan Sindaco isimli bir yazar, "Nicosia" ismini Sicilya'daki "Nicosia" isimli kasabaya bağlar ve bu kasabadan gelen kral Tancred'in Kıbrıs kuşatması sırada I. Richard'ın yanında olduğunu ve şehri kendi kasabasının ismiyle adlandırdığını iddia etmiştir.[6] Bir diğer iddia ise "Nicosia" adının şehir halkının 1192'deki Tapınak Şövalyeleri'ne karşı isyanı sırasında ortaya çıktığıdır.[8] Ludolf adlı Alman bir rahip 1341-1363 yıllarında şehrin adını "Nycosia" olarak belirtmiştir.[9][10] H.A.S. Dearborn, 1819'da yayımlanan kitabında Lefkoşa'nın bir diğer adının da "Nicotia" olduğunu söylemektedir.[11] 1856'da William Curry, Rumların şehri "Escosie", Batı Avrupalıların ise "Licosia" olarak adlandırdıklarını belirtmiştir.[12]
Şehrin adı Osmanlı belgelerinde "Lefkoşa"[13] veya "medine-i Lefkoşa"[14] olarak geçmektedir. Bunun yanı sıra 1570 yılında Lefkoşa'nın fethine ilişkin bir mektupta şehrin adı "Lefkoşı" olarak da geçmektedir.[15] Kâtip Çelebi ise, şehirden (günümüzde de bazen kullanılan) "Lefkoşe" adı ile bahsetmektedir.[16]

Tarihçe

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/a/af/Nicosia_by_Giacomo_Franco.jpg/250px-Nicosia_by_Giacomo_Franco.jpg
Lefkoşa'nın 1597'de Venedikli Giacomo (Jacomo) Franco tarafından çizilmiş bir haritası.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/d8/Nicosia_Buyuk_Han_02.jpg/250px-Nicosia_Buyuk_Han_02.jpg

Osmanlı döneminde inşa edilen Büyük Han, adadaki en büyük handır.
Lefkoşa'nın bulunduğu yerdeki ilk yerleşim Neolitik Çağ'da gerçekleşmiştir.[17] İlk yerleşimin tarihi yaklaşık olarak MÖ 3000-4000'dir.[18]MÖ 1050'de[19] veya MÖ 7. yüzyılda bölgede "Ledra" adlı bir kent kuruldu.[4] Bu şehir adadaki diğer şehir krallıklarının arasında önemli bir yere sahipti.[20] Arkeolojik kazılar sırasında MÖ 4. yüzyılda yazılmış ve Ledra'da Afrodit'e adanmış bir tapınağın varlığını gösteren Yunanca bir yazıt bulunmuştur.[17][21] MÖ 330 civarlarında küçük bir köy olacak kadar küçülmüştür.[19] Bu kent depremlerden dolayı yıkılınca[20], MÖ 200 yılında Ptolemaios I Soter'in oğlu Leucus, günümüzde Lefkoşa olan şehri kurdu.[4]
Şehrin önemi Bizans döneminin sonlarında artmaya başladı.[20] 7. yüzyılda, Arap akınları sırasında adanın başkenti oldu.[4]
1191 yılında I. Richard'ın eline geçti.[22] Tapınak Şövalyeleri'nin adayı satın alıp hakimiyet kurdukları dönemde adanın başkentiydi.[23]Şehirde 11 Nisan 1192 günü bir isyan çıktı. Şövalyeler bu ayaklanmayı bir katliamla bastırdı ve daha sonra adayı terk etti.[24][25][26]
Lüzinyanlar adayı satın aldı ve Lefkoşa başkentliğini sürdürdü.[27] Lüzinyanlar döneminde şehirde pek çok yeni yapı inşa etti. Venediklilerdöneminde bunların çoğu yıkılarak sur yapımında kullanıldı.[24] Bu dönemde Lüzinyanlar şehrin etrafına surlar da inşa etti. Bu surlar düzensiz bir beşgen şeklindeydi.[28] Daha önce şehirde surlar bulunmamakaydı.[29] İlk surları kral I. Henry 1211'de iki kule ile birlikte inşa ettirdi, I. Peter üçüncü bir kule inşa ettirdi[30] ve II. Henry şehri tamamen surlar içine aldı.[31] Şehir bu dönemde oldukça zengin bir hale geldi.[9] Lefkoşa adadaki dört piskoposluktan biriydi.[9][32] 1212 yılında başpiskoposluk merkezi de oldu.[12] Bu dönemde Rumlar ve Latinler arasında olaylar yaşanıyordu ve 1313 ve 1360 yıllarında şehirde kanlı çatışmalar çıkmıştır.[33]
Lefkoşa tarihi boyunca pek çok deprem tarafından hasara uğramıştır. 1222 Kıbrıs depremi şehirde şiddetli biçimde hissedildi ve büyük zarara yol açtı.[34] Kasım 1330'da şehirde bir sel felaketi meydana geldi ve üç bin kişi hayatını kaybetti.[35] Bunların yanı sıra, şehir 1373'te Cenevizliler ve 1426'de Memlüklüler tarafından büyük hasara uğratıldı.[36]
26 Şubat 1489'da tüm adayla birlikte Lefkoşa'da Venedik Cumhuriyeti hakimiyetine girdi.[37] Osmanlıların adayı fethinden hemen önce, Venedikliler surları denetledi ve fazla zayıf olduklarını buldu.[38] Yapılan yeni planlara göre Lefkoşa surları sekiz milden üç mile indirildi.[37]Bu sırada, yeni surların dışında kalan tüm binalar yıkıldı.[36] Kanlıdere'nin güzergahı bir iddiaya göre Venedikliler tarafından değiştirilmiştir.[39] Bir diğer iddiaya göre derenin güzergahını değiştiren Osmanlılar şehri sellerden kurtarmak için bunu yapmışlardır.[40]
Osmanlılar tarafından Kıbrıs'ın fethi sürecinde, Lefkoşa alınan üçüncü büyük yerleşimdi.[41] Piyale Paşa ve ordusu 22 Temmuz 1570 günü Lefkoşa'yı almak için harekete geçti.[42] 25 Temmuz günü Lefkoşa kuşatıldı.[41] Venediklilerin Osmanlıların kaleyi teslim etme taleplerini kabul etmemesi nedeniyle 27 Temmuz günü çatışmlar başladı. Surların çok sağlam olması, Lefkoşa'nın düşmemesini sağlıyordu.[41] 9 Eylül 1570 tarihinde şafak sökerken yeni bir hücum başlatıldı[42] ve 20 bin kişiden fazla olan birlikler Lefkoşa'yı fethetti.[41]
Osmanlı döneminde Türklerin Kıbrıs'a yerleştirilmesi kapsamında tüm adaya olduğu gibi Lefkoşa'ya da Türk nüfusun yerleştirilmesine 1572'de başlandı.[43] Şehrin içindeki meslek erbabı olmayan Rumlar şehrin dışındaki mahallelere yerleştirilip yerlerine Türkler konulmuştur. Bu dönemde yapılan bir sayıma göre şehrin 31 tane mahallesi vardı. Bunlardan ikisinde ("Ermiyan" ve "Karaman"), Ermeni nüfus çoğunluktaydı.[40][44]
Lefkoşa, Osmanlı döneminde ilk olarak "Dağ Kazası" adınaki bir kazanın merkezi olarak Kıbrıs Eyaleti'nin başkentliğini yaptı,[45] daha sonra bir sancak oldu.[46] Osmanlı döneminde St. Sophia Katedrali[47] gibi büyük kiliseler camiye çevrildi.[48] Lefkoşa - Larnaka yolu yapıldı.[40] Şehrin kapıları gündoğumunda açılıp günbatımında kapatılmaktaydı. Vali, Kadı, Mütercim Tercüman ve Rum Başpiskopsu Lefkoşa'da ikamet ediyordu.[48] William Kimbrough Pendleton, 1864'te şehirdeki evlerin çoğunun kil tuğladan yapılmış olduğunu belirtmektedir.[49]1741'deki büyük bir deprem sonucu Selimiye Camiin bir minaresi yıkıldı ve tekrar yapılmak zorunda kaldı.[50] 1764'te ve 1821'de şehirde isyanlar yaşandı.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/6/6f/Hosting_the_Birtish_flag_at_Nicosia.jpg/200px-Hosting_the_Birtish_flag_at_Nicosia.jpg
Lefkoşa'da Baf Kapısı 'nın yanındaki Değirmen Burcu'na ilk Birleşik Krallık bayrağının çekilişi
12 Temmuz 1878 tarihinde adanın geriye kalanı ile birlikte Lefkoşa'da Birleşik Krallık hakimiyetine girdi.[52] Britanyalı birlikler şehre Girne Kapısı'ndan girmiş[53] ve Baf Kapısı'nın yanındaki Değirmen Burcu'na ilk Britanya bayrağını çekmişlerdir.[54] 1882 yılında Lefkoşa Belediyesi kuruldu.[55] Birleşik Krallık hakimiyetinde Lefkoşa surların dışında bir büyüme kaydetti.[56] 1930-1945 aralığında Ortaköy, Strovolos, Büyük Kaymaklı, Küçük Kaymaklı gibi köyler şehir ile birleşmeye başladı, Yenişehir gibi bölgelere ilk yerleşim yapıldı.[57] 1 Ocak 1944 günü Ayii Omoloyitadhes belediye sınırlarına dahil oldu.[58] Şehrin dışına ulaşımı sağlayabilmek için 1879'da Baf Kapısı'nın, 1931'de Girne Kapısı'nın ve 1945'te Mağusa Kapısı'nın yan taraflarındaki surlar kesildi.[59][60] 1905 yılında Büyük Kaymaklı'da bir tren istasyonu inşa edildi ve Lefkoşa'ya tren seferlerine başlandı, bu uygulama 1955 yılında sona erdi.[61] 1912'de şehre ilk elektrik geldi.[62] Yine aynı yıl gazyağıyla çalışan sokak lambaları elektrikle çalışanlarla değiştirildi.[63] Britanya hakimiyetinde kanalizasyon şebekesi temizlendi ve yollar onarıldı.[62] 17 Ekim 1947 günü şehre enerji sağlayan elektrik santralinde meydana gelen bir patlama sonucu şehir 116 gün elektriksiz kaldı.[62]
1895 yılında Lefkoşa'nın Tahtakale bölgesinde Rumların Türklere saldırıları oldu.[64][65] 1931'de Rumlar Britanya hakimiyetine karşı isyan etti ve hükümet binasını yaktı.[66] 1955'te kurulan EOKA Birleşik Krallık egemenliğine karşı şehirdeki kamu binalarına ve radyo istasyonuna saldırdı.[65]
16 Ağustos 1960'ta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Temsilciler Meclisi'ne o geceyarısı Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı çekildi ve adadaki Britanya hakimiyeti sona erdi.[67] 1960 anayasasının 173. maddesi gereği adada bir Rum (Lefkoşa -Rum- Belediyesi) ve bir Türk (Lefkoşa Türk Belediyesi) belediye kuruldu.[3] 20-21 Aralık 1963 gecesi, "Kanlı Noel" olarak bilinen olaylar başladı. Lefkoşa'nın Tahtakale semtinde otomobillere açılan ateş sonucunda Zeki Halil ve Cemaliye Emirali öldürüldü.[68][69] 23-30 tarihleri arasında Küçük Kaymaklı kuşatma altına alındı.[70] 23-24 Ocak gecesi Kumsal bölgesinde 11 kişi öldürüldü, Kumsal Baskını olarak anılan olayda Türk binbaşı Nihat İlhan'ın ailesi öldürüldü.[71][72] Kanlıdere bölgesinde Türklere karşı saldırı düzenlendi.[73] Olaylar sonucu 30 Aralık 1963 günü Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık hükümetleri toplandı.[74] Bu toplantı sonucu Yeşil Hat olarak da bilinen ve şehri Türk ve Rum kesimlerine bölen sınır çizildi.[75] Bu sınırın "Yeşil Hat" olarak anılmasının sebebi, hattı harita üzerinde çizen Birleşmiş Milletler görevlisinin kaleminin yeşil renk olmasıdır.[75] 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Harekâtı ile şehirdeki sınırlar kesinleşti.
29 Mart 1968 günü Eylence, Büyük Kaymaklı, Küçük Kaymaklı, Pallouriotissa, Strovolos (kısmen) ve Kızılay banliyöleri de belediye sınırlarına dahil oldu.[58] Şehrin fiilen bölünmesinin ardından, Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimindeki alan güney yönünde büyümesine devam etti.[76] Kuzey Lefkoşa da büyümesine devam etti ve Gönyeli (ayrı belediyesi vardır)[77] ile Hamitköy(Lefkoşa Türk Belediyesi'ne bağlıdır)[78] gibi şehir dışındaki köyler ile birleşti.
2003 yılnıda Kermiya Sınır Kapısı,[79] 2008 yılında ise Lokmacı Kapısı açıldı.[80]

Büyük Han

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/8a/Cipro-Nicosia03.jpg/250px-Cipro-Nicosia03.jpg
Büyük Han
Büyük Han, Lefkoşa'da bir han. Kıbrıs'ın en büyük hanlarından biri olan han, Kıbrıs'taki en gelişmiş mimarili eserlerin arasındadır.[1]Osmanlılar tarafından Kıbrıs'ın fethinden bir yıl sonra, 1572'de inşa edilmiştir.[1] Hanı Muzaffer Paşa, her Kıbrıslıdan iki paralık bir vergi toplayarak yaptımıştır.[2] Hanın ortyasında bir avlu, avlunun ortasında ise bir mescid ile abdest alanlar için bir çeşme mevcuttur. Birleşik Krallık hakimiyetinde ilk olarak hapishane, daha sonra ise fakirler için barınak olarak kullanıldı.[1] 1990'lı yılların çoğunluğunda tamirat altında olan han, pek çok dükkanın ve galerinin bulunduğu bir sanat merkezi olarak açıldı. Ayrıca birkaç restoran, kahvehane ve hediyelik eşya dükkanı da mevcuttur.[3]